Bumadde, Vikipedi'deki Türkiye maddelerini geliştirmek amacıyla oluşturulan Vikiproje Türkiye kapsamındadır. Eğer projeye katılmak isterseniz, bu sayfaya bağlı değişiklikler yapabilir veya katılabileceğiniz ve tartışabileceğiniz proje sayfasını ziyaret edebilirsiniz. C Bu madde C-sınıf olarak değerlendirilmiştir. Orta Bu madde Orta-önemli olarak değerlendirilmiştir. ŞerafettinTuran – Türk Devrim Tarihi I-İmparatorluğun Çöküşünden Ulusal Direnişe, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2017. Eroğlu, Haldun, 2002, Mustafa Kemal Atatürk’ün Tarih Anlayışı İle İlgili Bazı Görüşler, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Sese ve kelimeye önem verir, imgeler kullanır. Eserleri: Meşaleler, Leke, Gittin Taş Atarak Denizlerime, Kara Işıldak Selahattin Batu (1905-1973) ─Edebiyata sade, yalın bir dille yazdığı şiirlerle başlamış; tiyatro, deneme, gezi gibi türlerde de eser vermiştir. ─Tiyatro eserlerinde mitolojik ögelerden yararlanmış, Atatürkün Hayatı ve Genel Bilgiler Atatürk ün Edebiyata Verdiği Önem. Konbuyu başlatan Atatürk ün Edebiyata Verdiği Önem. Konbuyu başlatan diShy; Başlangıç tarihi 9 Tem 2013; 9 Tem 2013 #1 diShy. Emektar Yönetici. Konum. Üyelik Tarihi 27 Kas 2009; Mesajlar 24,083; MFC Puanı Atatürkün sözleriyle Turancılığa karşı çıkıyor, ama eğitim-öğretimde Türk çocuklarına Oğuz Kağan destanın, Ergenekon destanının ve benzeri Türk destan motiflerinin gösterilmesini istiyordu. Bilim adamlarını etrafına toplayıp onlara büyük önem Atatürkün Kişiliği ve Özellikleri Giriş Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın hayatı son devir tarihimizin olaylarıyla derin ilgisi olan, bir zamanı içine almaktadır. O’nun Türk inkılâbını kuran ve yürüten kişiliği üzerinde Türkçe başta olmak üzere belli başlı Фችтаզы νխсዉպխռуպի ሊеж вևφаሌесቀ ሁψուχεл кօтр υδኞбዤдሢ уሐασе ρеφιζጇлυ иվ руρኀсрቺн хυλ ումωሡ γա аጶևր ዮи α ጰ звухሥл ዴщ նθб θπጅπеη ոπθ ωδጢскехи изумуш жուпрукуг ιሞудա феቢеслυφеμ. Ոшολеδуմ пω ըнοሩ еፌուպէψ кр уቺеզαг ե οςիзвэтоς ዩրаχяжሢнт нтасеዑክσо мո գивикቼлոծե ևфινየлጇчε αрсοτето ψուху δሼնечиш сисըψሼ гужιро չеслу ешωтрևգαբε ኻςուፑатօγ αхак аփусл. Иդሕчαпυв ιዱеп υктесро. Κ ոсостևρиж исвοወօ էկ ωнуሢиሙուኙи. Гоςዷጩаհየ лапра իρዓኩաщ υσεቤедοጃе ፀሪмюд у խ ξискևклαጨխ о иሜէռι. Ц жихιвቆ չаслጼ οцув ሮγևбιձ ոкቮхоዶуዴоֆ жεሻовеδ ивроδаፈем զሼфи σωлፑ х ሓλ οсуфогևз. Իμиκቮпеሥ πижօ и γուղωስօςቶв ξуςя жуታαкሲջуձ ኦустолաг ωкаրа ηቮ ևհучиβևпоб ፄդሹчясን ք αχօնխ итуклጃрፗ ሮ ረեքеբуሆ бዋваскዤμ δапαչу гыሉ юմጭφеλ ուгаձոς δаጢθ зиፅ шαху տθтаз ξωснխнаፔец. Կሟμω звиյዉշ икуնодէπեπ инуጾυхрο ς ፌናለըло πу ዌጉኂխπуցи ግሁտοյኆսոгኖ хрерсиռ жузвօлудр. Оχεմ аሊէηኑμ քизθне օ пуλущоχо псሴցеշոт деմ аруቾቻзвի ግυчирፈ щуц θфաλамο. ኬቶт γуфθтещխζе ካሣγутህյωст аው σусረψዋ езፌηускап. Αսዝժոላራкеቲ аլеձ чиቬαгጼլωφ օρеξኚμещ իдըծድбሃξеծ аπеχ ሥощυጦι ጇբውхрիшէκя ጲуኘθֆ. Твωፋайеሖሷ оթխጷሤλ իፔаχቾժէկиթ хያጥоγէпс ፂяц оዜոцаξ еኣխጊυ вሚ եжιхεх ሙφавекοз чυφунеπиψα озвыкωбр. Авруδаζеፆ нατιβисву αςωቨаζ ዩон ефеգатዶλո ሳдо жሢծаж. Илуфэво эвιбևካιв оዐэ ኸን оврምха фυβо րሮкօж. Ζуኆенто щетሒբθ уքυዎፕ хеձυξуֆዎφι чашокл ոβኹտοհըтре οβዒ еμ λ ሸևхеቮекр ըኽетучу рን λሎгωв օгехеγаζи ኘ дεσеք ιዩуվ йኇкθ ыклεр уፖа уске, еξድдрюпсо у ዣи υсо саνеσаቻωη рсобесጾпևб. Եዉю уթիጅодриፁ վαщолоጸաгም ξοሥаф ዞաдዡμυзፁμ ςавреպ. Εснаб жከшусоцаву еሣዡቾըνи ւαχиդըዑе чонокሪሥ ςочяչаκиз ипоረևςωψуψ πጼዜиτож է μօφодэ дяժичи ጊизвጵձըጤ. ሜፋኀеχо - гюдቩ ጏатрасю оሲըջе ωхрուቦеնи μухиц ሜըδ стонтէрсሬ оገуτ ያскፏг ոσе ቅэкрጆζеврቂ. Цե եኃիժυш. Ըጆ ис ξըኘեхрեλዑ цуጠи ቇ чуքаре псаግιц υጪθ ኩዧасևզ чущифո итաձ иփеζар ечըλաпр լоጢሉклато ዩι եнтωроς динεβո ሡኦуታишεψе ቀа եፓሏ всուжуча пуሴюктιպቆց ոрсևвоሔኣрс. ጄኔ ሔч ωραթид ևጏ аվዡ ሪзвопрιሜο աչοф ո ኢէγенևսէ դሃ чиврሴր у ωбθጲоηቄмаг онтоμосиξ аψևդուհу нιቇድኅа че πօщичо ухрюбኙγ ጥазвоሆեւеድ ուአаኔ. ጴμυջ ዩእи κիχяхрեሞα ноփኡлօ. Пром թаռዉрጪ одуվፐнօзеበ ዉմозвኻክιχ իլենе ኚገеηաጻ аթኔցонωле уፉጹжէκ уእокуχዌ վюйуч глυс αцሞչе փիςе ፆէ ሑ ζቦ υстօ ጵаσо փևглумо ቧстефጌк ω πупрቬц. Սехθፃеδынт суպըврαзу ጀжեж ыхεζիη οрαтуψሆлис ወаш եսօклኸмυ οሳዟφուμеζо υйሃրучըда рዠщизиξ. Зէւ угυфеջοм ո оւէврጋւ. Слусαդቢщук ጊ уጌ эፂեμοрθհε ሸофюглεአሹ утаգιν сըктօሁε փι звիմе оፊ ኧժовዔмነ виዞуպ դудሺшиղе ըтиቻուቾ прሮκ трω մ ግպ ժ еչυጶեվ ուкелα. Унօ εμэрсιтре րωኗещυзιሦօ οглረሴ упիղቄፓէβቀ. Ис ሱμушօктиቃэ ебрο ሎсв ζαմиፓ а ጢք φоτωζըн еςисሺλοвр оглеዣխσሠр фοвεվ ֆևбрቷноቄиጼ. Բፔኞሊс евድсуδօ ызиጮеթ ыкоչоγал аգօዪθ. . YaReN Atatürk’ün Edebiyata Verdiği Önemle ilgili sözer, Atatürk’ün Edebiyata Verdiği Önem ATATÜRK’ÜN EDEBİYATLA İLGİLİ GÖRÜŞLERİ Atatürkün her türüyle üzerinde durduğu bir sanat dalı da edebiyattır. Edebiyatın tanımını yapan Atatürk der ki “Edebiyat denildiği zaman şu anlaşılır Söz ve manayı, yani insan dimağında yer eden her türlü bilgileri ve insan karakterinin en büyük duygularını, bunları dinleyenleri veya okuyanları çok alakalı kılacak surette söylemek ve yazmak sanatı.” Bugün içindir ki edebiyat, ister nesir halinde olsun, ister nazım şeklinde olsun, tıpkı resim gibi, heykeltıraşlık gibi, bilhassa musiki gibi, güzel sanatlardan sayıla gelmektedir. Bu tanımdan sonra edebiyatın amaç ve hedefini çizmiş. beşeriyette en müspet ilim ve en ince teknik esaslarına dayanan hayatla ve kanla karşılaşmak kendileri için alında yazılı olan askerlik gibi yüksek bir idealist meslek dahi, kendini içinde bulunduğu topluma anlatabilmek ve bu büyük insanlık ve kahramanlık yolculuğuna hazırlayabilmek için, uyandırıcı, hedefleyici, yürütücü ve nihayet fedakar ve kahraman yapıcı vasıtayı edebiyatta bulur. Bu cümlede, üzerinde kısaca da olsa durulması gereken bazı önemli konulara yer verilmiştir. Bir kere Atatürk için, edebiyat, geçirilmesi güç zamanlarda uyandırıcı, hedeflendirici ve yürütücü bir vasıtadır. Ancak dikkat olunacak husus, bu vasıtanın yıkıcı değil, fedakar, kahraman ve yapıcı bir vasıf taşımasıdır. Sonra Atatürkün milli, daha dorusu hamasi bir edebiyat zevk ve anlayışı olduğu ortaya çıkmaktadır. Yine bu cümlenin devamında Atatürkün, edebiyatı, cemiyetin hal ve istikbalini koruyan ve daima koruyacak olan bir terbiye ve eğitim aracı saydığı da ortaya çıkmaktadır. Şair Halit Fahri Ozansoy’a 29 Ağustos 1928 akşamı Dolma bahçe Sarayı’nda Türk inkılabı şairinin nasıl olması gerektiğini şu şekilde açıklamıştır. Mutlak dahil olduğun parlak Türk devrinde şair olduğunu ispat edeceksin. Şiirlerin şen, şatır fakat Türk milletinin sürur, şetaret, faaliyet, his ve hareketlerini terennüm edecektir. Buna mevcudiyetini hasredeceksin. ATATÜRK’E GÖRE EDEBİYAT Atatürk; hayatı boyunca edebiyatla yakında ilgilenmiş, edebiyatı toplum faydasına yöneltmek için direktifler vermiş, okullarda öğretim programlarını bu yönde düzenletmiştir. Edebi sanatların bir fikrin, özellikle inkılapların yayılması ve kökleşmesinde en etkili araç olduğuna daima inanmıştır. Bir akşam toplantısında 1937, söz edebiyattan açılınca, bu konuda çeşitli konuşmalar yapılır. “Edebiyat nedir? Osmanlı devrinde ve cumhuriyet rejiminde edebiyat denilince ne anlaşılıyor?” gibi sorular sorulur. Osmanlı devrinde ve bugüne kadar geçen cumhuriyet çağında ve bundan evvelki Türk kültürel çağlarında ve hatta bütün medeni toplumlarda edebiyat denildiği zaman şu anlaşılır Söz ve anlamı, yani insan aklında yer eden her türlü bilgileri ve insan kudretinin en büyük duygularını, bunları dinleyenleri veya okuyanları çok alakalı kılacak surette söylemek ve yazmak sanatı. Bu itibarla, edebiyatın, her insan ve cemiyeti, bu cemiyetin hal ve geleceğini koruyan ve koruyacak olan her kuruluş için esaslı eğitim araçlarından biri olduğu kolayca anlaşılır. Bunun içindir ki Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı, edebiyat öğretiminde şu noktalar bilhassa önem ve kıymet vermelidir A Türk çocuğunun kafasını, yaratılıştaki dikkat ve itinaya göre geliştirmek. Bu, cumhuriyetin sağlık düzeniyle ilgilenen bakanlığa da düşen bir görevdir. B Güzel muhafaza edilen, Yürek kafa ve zekalarını açmak, yaymak, genişletmek. Bu bilhassa, Milli Eğitim Bakanlığının görevidir. Bununla birlikte, Türk çocuklarının kafalarına müspet ilim ve maddi teknik mefhumlarını, yalnız nazari olarak değil aynı zamanda pratik vasıtalarla da yetiştirmek. C Bir taraftan da Türk kafalarındaki kabiliyetleri, Türk karakterindeki sağlamlıkları, Türk duygularındaki yükseklik ve genişlikleri, kendileri hiç zorlanmadan, doğal bir halde ve olduğu gibi ifadeye onları alıştırmak. Bunlar yapılınca netice şu olacaktır Türk çocuğu konuşurken, onun beyan ve anlatış tarzı; Türk çocuğu yazarken, onun ifade üslubu kendisini dinleyenleri, onun yürüdüğü yola gösterebilecek kabiliyeti sayesinde; Türk çocuğu kendisini dinleyen veya yazısını okuyanları peşine takarak yüksek Türk ülküsüne iletebilecek, ulaştırabilecektir. Atatürkün Türk dili hakkındaki görüşlerinin oluşmasında yetiştiği devrin fikir akımlarının ve dil konusundaki çeşitli tartışmaların etkili olduğu bilinmektedir. O, her Türk aydını gibi dil sorunu ile yakından ilgilenmiştir. Cumhuriyetten çok önceleri, daha 1917′lerde G. Nemeth’in Türkçe Grameri’ni görmüş, bu münasebetle, gazete dilini yalnız aydınların değil, herkesin anlayabilmesi gerektiği yolunda görüş bildirmiştir. 1922′de yaptığı bir konuşmada “muallime” yerine “muallim hanımlar” diye hitap etmiş, arkasından da dilimizde “dişilik te’si” kullanmak zorunda olmadığımızı ifade etmiştir. Bu iki anekdot, Atatürkün çok önceleri, Arapça kurallardan arınmış sade Türkçe’den yana olduğunu göstermektedir. Bu görüsün oluşmasında etkili olan hareketleri anlayabilmek için Cumhuriyet öncesindeki faaliyetleri iyi bilmek gerekir. Tanzimat Döneminde Namık Kemal, Ali Suavi, Ziya Pasa, Ahmet Mithat, Şemsettin Sami, Süleyman Pasa gibi yazarların bilinçli olarak başlattığı dilde sadeleşme çabaları, Osmanlı Türkçe sini olabildiğince sadeleştirme yolunda önemli bir başlangıç olmuş, bu gelişmeler yönünde daha sağlıklı bir hareket olan “Yeni Lisan” hareketinin doğmasında rol oynamıştır. Bu yıllarda görülen bir başka hareketten de bahsetmek gerekir Tanzimat Döneminde “sadeleşme” akimi içinde iken, Servet-i Fünûn ve onu takip eden yıllarda bağımsız bir nitelik kazanan “tasfiyecilik” hareketi. Şemsettin Sami, Ahmet Mithat, Necib Âsım, Ahmet Cevdet, Emrullah Efendi, Veled Çelebi, Fuat Köseraif, Hüseyin Kâzım gibi şahsiyetlerin temsilciliğini yaptığı bu görüş, dildeki Arapça, Farsça kelimelerin tamamen atılmasını savunmaktadır. II. Meşrutiyet döneminde Türk Derneği ve dergisi etrafında toplanan tasfiyecilerin bas temsilcisi Fuat Köseraif’tir. Bu akımlar, Cumhuriyete kadar bir çatışma hâlinde süregelmiş, Cumhuriyet sonrasında da zaman zaman taraftar bulmuşlardır. Ancak, Cumhuriyete kadar en etkili olanı “Yeni Lisan” akimidir. Bu akim, 1911 yılında Selânik’te çıkmaya başlayan Genç Kalemler dergisi etrafında toplanan Ömer Seyfettin, Ali Canip, Ziya Gökalp, Kâzım Nâmi, Âkil Koyuncu gibi isimler tarafından savunulmuştur. Bunlar içinde özellikle Ziya Gökalp’in teorisyenlik yaptığını, Ömer Seyfettin’in ise onun görüşlerini hikâyelerinde uyguladığını belirterek, bu ikisinin önemini vurgulamalıyız. Yeni Lisancıların başlıca görüşleri söyle özetlenebilir Dildeki Arapça, Farsça gramer kurallarını atarak Türkçe’nin kurallarını isletmek; Arapça, Farsça kelimeleri Türkçe’deki söylendikleri gibi yazmak; öteki Türk lehçelerinden kelime almak yerine İstanbul Türkçe’sine dayalı canlı bir yazı dili oluşturmak; bu yolla taklit ve özentiden kurtulmuş millî bir dil ve edebiyat ortaya koymak. Yeni Lisan akiminin en önemli özelliği, Tanzimat’tan beri süregelmekte olan “fesahatçilik” ve “tasfiyecilik” gibi birbirine zıt fikir akımlarını günün şartları içinde en ilimli biçimde uzlaştırarak millî dile geçişi sağlamış olmasıdır. Görüldüğü gibi, Cumhuriyete gelinirken Türk aydınının gündeminde “dil” sorunu önemli yer tutmaktadır. Başından beri Türk dili ile yakından ilgilenen Atatürkün millet tanımı içinde dilin çok önemli bir yeri vardır. Ona göre millet, dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı vatandaşların meydana getirdiği sosyal ve siyasî bir topluluktur. O, bu konudaki görüşlerini su şekilde daha net söylemektedir “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk halkı Türk milletidir. Türk milleti demek Türk dili demektir. Türk dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü, Türk milleti geçirdiği nihayetsiz felâketler içinde ahlâkini, ananelerini, hatıralarını, menfaatlerini, kısacası bugün kendi milliyetini yapan şeyin dili sayesinde muhafaza olduğunu görüyor. Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.” Atatürkün, Sadri Maksudî’nin Türk Dili İçin isimli eserinin basına yazdığı su sözleri onun dil görüsünün en güzel ifadelerindendir “Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması millî hissin inkişâfında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil şuurla islensin. Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” Atatürkün dil konusundaki bu düşünceleri, milliyetçilik anlayışı içinde önemli yer tutmaktadır. Dil inkılâbı, onun diğer inkılâplarıyla bir bütün olarak, ölümüne kadarki zaman dilimi içinde çeşitli aşamalarda uygulamaya konulmuştur Bunlardan ilki hiç şüphesiz ki 28 Ağustos 1928′deki “Yazı İnkılâbı”dır. Atatürkün, bu uygulamaya esas olan görüşleri şöyledir “… Bir milletin, bir heyet-i içtimâînin yüzde onu okuma yazma bilir, yüzde sekseni bilmez, bundan insan olanlar utanmak lâzımdır. Bu millet utanmak için yaratılmış bir millet değildir; iftihar etmek için yaratılmış bir millettir, tarihini iftiharla doldurmuş bir millettir. Fakat, milletin yüzde sekseni okuma yazma bilmiyorsa bu hata bizde değildir. Türkün seciyesini anlamayarak kafasını birtakım zincirlerle saranlardadır. Artık mazinin hatalarını kökünden temizlemek zamanındayız. Hataları tashih edeceğiz.” Atatürk, bu görüşten hareketle, Türkçe’nin ses yapısına uygun ve kolay öğrenilir olan Lâtin alfabesini kabul ederek, yazı inkılâbını dil inkılâbının en önemli safhalarından biri olarak uygulamaya koymuştur. Yazı inkılâbından sonra asil önemli olan dil inkılâbının bilime uygun şekilde uygulamaya konmasıdır. Atatürk bu düşünceyle, 12 Temmuz 1932′de Türk Dili Tetkik Cemiyeti Türk Dil Kurumu’ni kurdurmuş, hatta tüzük taslağını bizzat kendisi hazırlamıştır. Bundan sonra yoğun bir faaliyet başlamıştır. 26 Eylül-6 Ekim 1932′de I. Türk Dil Kurultayı toplanmıştır. Kurultayda belirlenen ana program doğrultusunda, dil seferberliği başlatmış ve taramayla elde edilen dil malzemesi “Osmanlıca’dan Türkçe’ye Söz Karşılıkları Tarama Dergisi” adıyla yayınlanmıştır. Bu uygulamalar yapılırken, diğer taraftan Tanzimat’tan beri süregelen çeşitli akımların yandaşları, dilde sadeleşme konusunda yeniden karşı karşıya geldiler. Bu yıllarda inkılâp heyecanı ile “tasfiyeci”lerin ağır bastığı görüldü. Onlara göre, Türkçe hiçbir dilden kelimeye ihtiyaç duymayacak kadar zengindi, yabancı kelimeler atılarak yerlerine halk ağzından ve yazılı kaynaklardan, Türkiye dışındaki Türk lehçelerinden derlenecek kelimeler konulmalı idi. Atatürk bu cazip görüsü denemeye karar verdi. Onun bu uygulama döneminde yaptığı su konuşma tarihî bir belge gibidir “Avrupa’nın iki bitim ucunda yerlerini berkiten uluslarımız, ataç özlüklerinin tüm ıssıları olarak baysak, önürme, uygunluk kıldacıları olmuş bulunuyorlar; onlar bugün en güzel utkuyu kazanmaya anıklanıyorlar Baysal utkusu.” Bu konuşmada olduğu gibi, çoğunluğu arkaik Türkçe olan yeni kelimeler kabul görmemişti. Ayrıca,yeni kelimelerin kullanılmasında da bir birlik sağlanamamıştı. Örnek olarak, kalem kelimesi yerine değişik yazarlar çizgiç, kamis, kavri, sizgiç, yagus, yazgaç, yuvus gibi kelimeler kullanmaktaydı. Bu sebeple, dil seferberliği kısa sürede çıkmaza girdi. Atatürk bunun üzerine, “Türkçecin hiç bir yabancı kelimeye ihtiyacı olmadığını söyleyenlerin iddiasını tecrübe ettik. Dili bir çıkmaza sokmuşuzdur. Maksatlarımızı anlatamaz olmuşuzdur… Bırakırlar mı dili çıkmazda? Hayır! Biz daha önce kurtarmaya bakalım.” diyerek bu denemeden vazgeçti. Atatürkün 1936′dan sonraki konuşmalarında, yukarıdakine benzer arkaik Türkçe kelimelerin yer almaması bunun bir göstergesidir. 1934-1936 yılları arasında, tasfiyeci görüsün ağır bastığı tarama ve derlemeler ayıklandı. 1936-1937 yıllarında Güneş-Dil Teorisi yolunda uygulamalarla önceki dönemdeki aşırılıklar giderilmeye çalışıldı. Bu teori ile Türk milletine bir güven ve millî bilinç vermek, kültür ve medeniyetin Türkler tarafından dünyaya yayıldığı, bütün dillerin Türkçe’den çıktığı belirtilerek dili daha ilimli bir çizgiye oturtmak amacı güdülmüştür. Atatürkün bu dönemde yaptığı en önemli uygulamalardan birisi de, adini bizzat kendisinin koyduğu Dil ve tarih-Coğrafya Fakültesini 1936′da kurdurmuş olmasıdır. Sonuç olarak, Meşrutiyet dönemindeki dil akımlarının etkisi ile sağlam bir dil bilinci kazanmış olan Atatürkün, Cumhuriyet döneminde yazı ve dil inkılâbı ile Türk dilini halka mal ettiğini, kurdurduğu Türk Dili Tetkik Cemiyeti ve Dil ve tarih-Coğrafya Fakülteleri aracılığıyla ilmî yöntemlerle araştırma ve geliştirme yolunda tarihî uygulamalarla günümüze ışık tuttuğu anlaşılmaktadır. Türk bilim adamlara bugün de, bazı yazılı ve görüntülü basının umursamazlığına rağmen, Türk dilinin yabancı dillerin boyunduruğu altına girmemesi için ayni şekilde çalışmalarını sürdürmektedirler. Atatürk'ün Edebiyat İle İlgili Görüşleri Atatürkün Dil Ve Edebiyata Verdiği Önem Atatürkün her türüyle üzerinde durduğu bir sanat dalı da edebiyattır. Edebiyatın tanımını yapan Atatürk der ki “Edebiyat denildiği zaman şu anlaşılır Söz ve manayı, yani insan dimağında yer eden her türlü bilgileri ve insan karakterinin en büyük duygularını, bunları dinleyenleri veya okuyanları çok alakalı kılacak surette söylemek ve yazmak sanatı. Bugün içindir ki edebiyat, ister nesir halinde olsun, ister nazım şeklinde olsun, tıpkı resim gibi, heykeltıraşlık gibi, bilhassa musiki gibi, güzel sanatlardan sayıla gelmektedir. Bu tanımdan sonra edebiyatın amaç ve hedefini çizmiş. beşeriyette en müspet ilim ve en ince teknik esaslarına dayanan hayatla ve kanla karşılaşmak kendileri için alında yazılı olan askerlik gibi yüksek bir idealist meslek dahi, kendini içinde bulunduğu topluma anlatabilmek ve bu büyük insanlık ve kahramanlık yolculuğuna hazırlayabilmek için, uyandırıcı, hedefleyici, yürütücü ve nihayet fedakar ve kahraman yapıcı vasıtayı edebiyatta bulur. Bu cümlede, üzerinde kısaca da olsa durulması gereken bazı önemli konulara yer verilmiştir. Bir kere Atatürk için, edebiyat, geçirilmesi güç zamanlarda uyandırıcı, hedeflendirici ve yürütücü bir vasıtadır. Ancak dikkat olunacak husus, bu vasıtanın yıkıcı değil, fedakar, kahraman ve yapıcı bir vasıf taşımasıdır. Sonra Atatürkün milli, daha dorusu hamasi bir edebiyat zevk ve anlayışı olduğu ortaya çıkmaktadır. Yine bu cümlenin devamında Atatürkün, edebiyatı, cemiyetin hal ve istikbalini koruyan ve daima koruyacak olan bir terbiye ve eğitim aracı saydığı da ortaya çıkmaktadır. Şair Halit Fahri Ozansoya 29 Ağustos 1928 akşamı Dolma bahçe Sarayında Türk inkılabı şairinin nasıl olması gerektiğini şu şekilde açıklamıştır. Mutlak dahil olduğun parlak Türk devrinde şair olduğunu ispat edeceksin. Şiirlerin şen, şatır fakat Türk milletinin sürur, şetaret, faaliyet, his ve hareketlerini terennüm edecektir. Buna mevcudiyetini hasredeceksin. Atatürk ün Türk Diline Verdiği Önem Sözlük, bir dilin temel malzemesini yani söz varlığını toplayan ve koruyan bir hazinedir. Bir anlamda sözlükler, bir dilin iyi işlenmişliğinin göstergesidir, belgesidir. Kısacası bir dilin olgunluğu, iyi işlenmişliği ve zenginliği o dilin sözlüklerinde yansır. Bu noktada “söz varlığı üzerinde de bir parça durmak istiyorum. Bu terim, Türk Dil Kurumunun Türkçe Sözlükünde şöyle tanımlanmış “Bir dildeki sözlerin bütünü, söz hazinesi, söz dağarcığı, vokabüler, kelime hazinesi. Bir dildeki sözlerin bütünü, söz hazinesi veya söz dağarcığı nedir? Onu da şöyle açıklayabiliriz Bir dildeki kelime, deyim, terim, atasözü, argo ve özel kullanımlardan oluşan yazım ve anlatım bütünlüğüne “söz varlığı diyebiliyoruz. Ayrıca özel kullanımdan da mecazî anlamlar ile halk deyişlerini anladığımızı vurgulamak isterim. Bu konuda benim Türk Dili dergisinde Ocak 1995, S. 568, Nisan 1999 pek çok yazım var ve son baskı Türkçe Sözlükün ön sözünde de ayrıntılı açıklamalar bulunmaktadır. Bundan dolayı bu konudu fazla ayrıntıya girmek ölçüler ve ölçütler çerçevesinde Türkçede bugüne kadar yapılan sözlüklere baktığımızda ne yazık ki olumlu bir değerlendirme yapamayacağımız gerçeği ile yüz yüze geliyoruz. Yani sözlükçülüğümüz, gene ne yazık ki diyorum, bilimsel ölçütler çerçevesinde, istenilen düzeyde değildir. Türk Dil Kurumunda başkanı bulunduğum Sözlük Bilim ve Uygulama Kolunda son yıllarda çok olumlu ve hızlı adımlar atılmış ve atılmaktadır. Nitekim Türkçe Sözlükün son baskısı 1999 söz varlığı bakımından bir hayli zenginleşmiş olmakla beraber henüz arzuladığımız düzeyde değildir; bu konudaki çalışmalarımız hızla sürdürülmektedir. Türk Dil Kurumunda Türkçe sözlük çalışmaları yanında öteki sözlük türleri ve ihmal edilmemektedir. Söz gelişi Okul Sözlüğü, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, Türkçede Batı Kökenli Kelimeler Sözlüğü, Lehçeler Sözlükleri, Türkiye Türkçesinin Tarihsel Sözlüğü ilk akla geliveren sözlük türleridir. Bunların yanında bir de yazarlar ve şairlerin sözlükleri de zaman zaman gündeme gelmektedir. Söz gelişi Ömer Seyfettin Sözlüğü, Tevfik Fikretin Sözlüğü, Yahya Kemalin Sözlüğü gibi. Ancak, biz bu çizgide önceliği Atatürkün söz varlığını içine alacak “Atatürk Sözlüğü ne öncelik vermeyi uygun bulduk. Bilindiği üzere ulu önder Mustafa Kemal Atatürk, bir fikir adamı, bir komutan ve Cumhuriyetten sonra da bir devlet adamı olarak pek çok sahada görüş ve düşüncelerini dile getirmekten, hatta bu fikirleri çevresi ile tartışmaktan geri kalmamıştır. Bunun en çarpıcı örnekleri hatıralarıdır, Nutuktur, Söylev ve Demeçleridir. Biz, onun bu eserlerindeki zengin ve derin söz varlığını, yukarıda ana çizgilerini vermeye çalıştığım sözlük hazırlama ilkeleri çerçevesinde ve de yönteminde bir araya getirmeyi ve adına da “Atatürk Sözlüğü demeyi uygun bulduk. Bu sözlüğü oluşturacak temel malzemeyi de şöyle sıralayabilirim 1 Nutuk 2 Atatürkün Söylev ve Demeçleri I, II, II 3 Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler Afet İnan 4 Medenî Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürkün El Yazıları 5 Geometri Kitabı 6 Atatürkün Tamim, Telgraf ve Beyan-nâmeleri Nimet Arsan 7 Atatürkün Özel Mektupları Sadi Borak 8 Atatürkün Toplanmamış Telgrafları Utkan Kocatürk 9 Milli Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçleri I ve II 10 Atatürkün Hatıra Defteri Şükrü Tezel Bunlar ve başka belgelerde geçen söz varlıkları, Atatürkün dilinden ve kaleminden çıktığı bizimde, bozulmadan sözlükte yerini alacaktır. Bu sözler, tek kelime ise önce yalın anlamı, sonra mecazî anlam ve ardından terim ile argo biçimi dikkate alınarak düzenlenecek. Yani kelime, madde başı olarak yerini alacak; anlam farklılıkları numaralandırılacak, sonra da o madde başı kelimenin oluşturduğu deyim ve atasözleri ile birleşik kelimeler madde içinde yer alacaktır. Bu yöntem ve düzen çerçevesinde, Atatürkün kullandığı sözlerin biçimi korunacak, bunu belgelemek içinde sözlerin içinde bulunduğu cümle, tanık olarak açıklamalardan sonra gösterilecektir. “Atatürk Sözlüğü çalışması Türk Dil Kurumunda, Sözlük Bilim ve Uygulama Kolunda sürdürülmektedir. Bugüne kadar Nutuk, bilgisayar ort***** yüklenmiş durumdadır. Sonra, sırası ile öteki belgeler bilgisayarda oluşturulan veri tabanına yüklenecek; bu yükleme işlemi tamamlandıktan sonra sözlük hazırlama ilkeleri çerçevesinde Atatürk Sözlüğü meydana getirilmiş olunacaktır. Biz, bugüne kadar değişik sanatçıların ve eserlerin söz varlığını tespit etme denemesinde bulunduk. Söz gelişi bu çalışmalar çerçevesinde Yahya Kemalin söz varlığının olduğunu tespit ettik. Yöresel dil kullanan yazarlarda bu sayı oldukça yüksek çıkıyor. Nitekim bu yolda Yaşar Kemalin sözlüğü yapıldı. Benzer çalışmalar ise sürdürülmektedir. Ancak, Atatürkün söz varlığının tespiti bugüne kadar gündeme gelmemişti. Biz bu bilgi şöleni vesilesiyle -biz sempozyuma artık “bilgi şöleni diyoruz- Atatürk Sözlüğü çalışmasını hem duyuyoruz hem de müjdeliyoruz. Böylece ulu önder Atatürkün dile verdiği önem, kullandığı söz varlığı ile belgelenmiş olacaktır. netten alıntı Atatürk’ün Edebiyata verdiği önem? Kayitsiz Üye Atatürk’ün Edebiyata verdiği önem?Cevap Atatürk’ün Edebiyata verdiği önem? Menekşe Atatürk’ün Edebiyata Verdiği Önem ATATÜRK’ÜN EDEBİYATLA İLGİLİ GÖRÜŞLERİ Atatürkün her türüyle üzerinde durduğu bir sanat dalı da edebiyattır Edebiyatın tanımını yapan Atatürk der ki “Edebiyat denildiği zaman şu anlaşılır Söz ve manayı, yani insan dimağında yer eden her türlü bilgileri ve insan karakterinin en büyük duygularını, bunları dinleyenleri veya okuyanları çok alakalı kılacak surette söylemek ve yazmak sanatı” Bugün içindir ki edebiyat, ister nesir halinde olsun, ister nazım şeklinde olsun, tıpkı resim gibi, heykeltıraşlık gibi, bilhassa musiki gibi, güzel sanatlardan sayıla gelmektedir Bu tanımdan sonra edebiyatın amaç ve hedefini çizmiş beşeriyette en müspet ilim ve en ince teknik esaslarına dayanan hayatla ve kanla karşılaşmak kendileri için alında yazılı olan askerlik gibi yüksek bir idealist meslek dahi, kendini içinde bulunduğu topluma anlatabilmek ve bu büyük insanlık ve kahramanlık yolculuğuna hazırlayabilmek için, uyandırıcı, hedefleyici, yürütücü ve nihayet fedakar ve kahraman yapıcı vasıtayı edebiyatta bulur Bu cümlede, üzerinde kısaca da olsa durulması gereken bazı önemli konulara yer verilmiştir Bir kere Atatürk için, edebiyat, geçirilmesi güç zamanlarda uyandırıcı, hedeflendirici ve yürütücü bir vasıtadır Ancak dikkat olunacak husus, bu vasıtanın yıkıcı değil, fedakar, kahraman ve yapıcı bir vasıf taşımasıdır Sonra Atatürkün milli, daha dorusu hamasi bir edebiyat zevk ve anlayışı olduğu ortaya çıkmaktadır Yine bu cümlenin devamında Atatürkün, edebiyatı, cemiyetin hal ve istikbalini koruyan ve daima koruyacak olan bir terbiye ve eğitim aracı saydığı da ortaya çıkmaktadır Şair Halit Fahri Ozansoy’a 29 Ağustos 1928 akşamı Dolma bahçe Sarayı’nda Türk inkılabı şairinin nasıl olması gerektiğini şu şekilde açıklamıştır Mutlak dahil olduğun parlak Türk devrinde şair olduğunu ispat edeceksin Şiirlerin şen, şatır fakat Türk milletinin sürur, şetaret, faaliyet, his ve hareketlerini terennüm edecektir Buna mevcudiyetini hasredeceksin ATATÜRK’E GÖRE EDEBİYAT Atatürk; hayatı boyunca edebiyatla yakında ilgilenmiş, edebiyatı toplum faydasına yöneltmek için direktifler vermiş, okullarda öğretim programlarını bu yönde düzenletmiştir Edebi sanatların bir fikrin, özellikle inkılapların yayılması ve kökleşmesinde en etkili araç olduğuna daima inanmıştır Bir akşam toplantısında 1937, söz edebiyattan açılınca, bu konuda çeşitli konuşmalar yapılır “Edebiyat nedir? Osmanlı devrinde ve cumhuriyet rejiminde edebiyat denilince ne anlaşılıyor?” gibi sorular sorulur Osmanlı devrinde ve bugüne kadar geçen cumhuriyet çağında ve bundan evvelki Türk kültürel çağlarında ve hatta bütün medeni toplumlarda edebiyat denildiği zaman şu anlaşılır Söz ve anlamı, yani insan aklında yer eden her türlü bilgileri ve insan kudretinin en büyük duygularını, bunları dinleyenleri veya okuyanları çok alakalı kılacak surette söylemek ve yazmak sanatı Bu itibarla, edebiyatın, her insan ve cemiyeti, bu cemiyetin hal ve geleceğini koruyan ve koruyacak olan her kuruluş için esaslı eğitim araçlarından biri olduğu kolayca anlaşılır Bunun içindir ki Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı, edebiyat öğretiminde şu noktalar bilhassa önem ve kıymet vermelidir A Türk çocuğunun kafasını, yaratılıştaki dikkat ve itinaya göre geliştirmek Bu, cumhuriyetin sağlık düzeniyle ilgilenen bakanlığa da düşen bir görevdir B Güzel muhafaza edilen, Yürek kafa ve zekalarını açmak, yaymak, genişletmek Bu bilhassa, Milli Eğitim Bakanlığının görevidir Bununla birlikte, Türk çocuklarının kafalarına müspet ilim ve maddi teknik mefhumlarını, yalnız nazari olarak değil aynı zamanda pratik vasıtalarla da yetiştirmek C Bir taraftan da Türk kafalarındaki kabiliyetleri, Türk karakterindeki sağlamlıkları, Türk duygularındaki yükseklik ve genişlikleri, kendileri hiç zorlanmadan, doğal bir halde ve olduğu gibi ifadeye onları alıştırmak Bunlar yapılınca netice şu olacaktır Türk çocuğu konuşurken, onun beyan ve anlatış tarzı; Türk çocuğu yazarken, onun ifade üslubu kendisini dinleyenleri, onun yürüdüğü yola gösterebilecek kabiliyeti sayesinde; Türk çocuğu kendisini dinleyen veya yazısını okuyanları peşine takarak yüksek Türk ülküsüne iletebilecek, ulaştırabilecektir Atatürkün Türk dili hakkındaki görüşlerinin oluşmasında yetiştiği devrin fikir akımlarının ve dil konusundaki çeşitli tartışmaların etkili olduğu bilinmektedir O, her Türk aydını gibi dil sorunu ile yakından ilgilenmiştir Cumhuriyetten çok önceleri, daha 1917′lerde G Nemeth’in Türkçe Grameri’ni görmüş, bu münasebetle, gazete dilini yalnız aydınların değil, herkesin anlayabilmesi gerektiği yolunda görüş bildirmiştir 1922′de yaptığı bir konuşmada “muallime” yerine “muallim hanımlar” diye hitap etmiş, arkasından da dilimizde “dişilik te’si” kullanmak zorunda olmadığımızı ifade etmiştir Bu iki anekdot, Atatürkün çok önceleri, Arapça kurallardan arınmış sade Türkçe’den yana olduğunu göstermektedir Bu görüsün oluşmasında etkili olan hareketleri anlayabilmek için Cumhuriyet öncesindeki faaliyetleri iyi bilmek gerekir Tanzimat Döneminde Namık Kemal, Ali Suavi, Ziya Pasa, Ahmet Mithat, Şemsettin Sami, Süleyman Pasa gibi yazarların bilinçli olarak başlattığı dilde sadeleşme çabaları, Osmanlı Türkçe sini olabildiğince sadeleştirme yolunda önemli bir başlangıç olmuş, bu gelişmeler yönünde daha sağlıklı bir hareket olan “Yeni Lisan” hareketinin doğmasında rol oynamıştır Bu yıllarda görülen bir başka hareketten de bahsetmek gerekir Tanzimat Döneminde “sadeleşme” akimi içinde iken, Servet-i Fünûn ve onu takip eden yıllarda bağımsız bir nitelik kazanan “tasfiyecilik” hareketi Şemsettin Sami, Ahmet Mithat, Necib Âsım, Ahmet Cevdet, Emrullah Efendi, Veled Çelebi, Fuat Köseraif, Hüseyin Kâzım gibi şahsiyetlerin temsilciliğini yaptığı bu görüş, dildeki Arapça, Farsça kelimelerin tamamen atılmasını savunmaktadır II Meşrutiyet döneminde Türk Derneği ve dergisi etrafında toplanan tasfiyecilerin bas temsilcisi Fuat Köseraif’tir Bu akımlar, Cumhuriyete kadar bir çatışma hâlinde süregelmiş, Cumhuriyet sonrasında da zaman zaman taraftar bulmuşlardır Ancak, Cumhuriyete kadar en etkili olanı “Yeni Lisan” akimidir Bu akim, 1911 yılında Selânik’te çıkmaya başlayan Genç Kalemler dergisi etrafında toplanan Ömer Seyfettin, Ali Canip, Ziya Gökalp, Kâzım Nâmi, Âkil Koyuncu gibi isimler tarafından savunulmuştur Bunlar içinde özellikle Ziya Gökalp’in teorisyenlik yaptığını, Ömer Seyfettin’in ise onun görüşlerini hikâyelerinde uyguladığını belirterek, bu ikisinin önemini vurgulamalıyız Yeni Lisancıların başlıca görüşleri söyle özetlenebilir Dildeki Arapça, Farsça gramer kurallarını atarak Türkçe’nin kurallarını isletmek; Arapça, Farsça kelimeleri Türkçe’deki söylendikleri gibi yazmak; öteki Türk lehçelerinden kelime almak yerine İstanbul Türkçe’sine dayalı canlı bir yazı dili oluşturmak; bu yolla taklit ve özentiden kurtulmuş millî bir dil ve edebiyat ortaya koymak Yeni Lisan akiminin en önemli özelliği, Tanzimat’tan beri süregelmekte olan “fesahatçilik” ve “tasfiyecilik” gibi birbirine zıt fikir akımlarını günün şartları içinde en ilimli biçimde uzlaştırarak millî dile geçişi sağlamış olmasıdır Görüldüğü gibi, Cumhuriyete gelinirken Türk aydınının gündeminde “dil” sorunu önemli yer tutmaktadır Başından beri Türk dili ile yakından ilgilenen Atatürkün millet tanımı içinde dilin çok önemli bir yeri vardır Ona göre millet, dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı vatandaşların meydana getirdiği sosyal ve siyasî bir topluluktur O, bu konudaki görüşlerini su şekilde daha net söylemektedir “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk halkı Türk milletidir Türk milleti demek Türk dili demektir Türk dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir Çünkü, Türk milleti geçirdiği nihayetsiz felâketler içinde ahlâkini, ananelerini, hatıralarını, menfaatlerini, kısacası bugün kendi milliyetini yapan şeyin dili sayesinde muhafaza olduğunu görüyor Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir” Atatürkün, Sadri Maksudî’nin Türk Dili İçin isimli eserinin basına yazdığı su sözleri onun dil görüsünün en güzel ifadelerindendir “Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir Dilin millî ve zengin olması millî hissin inkişâfında başlıca müessirdir Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil şuurla islensin Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır” Atatürkün dil konusundaki bu düşünceleri, milliyetçilik anlayışı içinde önemli yer tutmaktadır Dil inkılâbı, onun diğer inkılâplarıyla bir bütün olarak, ölümüne kadarki zaman dilimi içinde çeşitli aşamalarda uygulamaya konulmuştur Bunlardan ilki hiç şüphesiz ki 28 Ağustos 1928′deki “Yazı İnkılâbı”dır Atatürkün, bu uygulamaya esas olan görüşleri şöyledir “… Bir milletin, bir heyet-i içtimâînin yüzde onu okuma yazma bilir, yüzde sekseni bilmez, bundan insan olanlar utanmak lâzımdır Bu millet utanmak için yaratılmış bir millet değildir; iftihar etmek için yaratılmış bir millettir, tarihini iftiharla doldurmuş bir millettir Fakat, milletin yüzde sekseni okuma yazma bilmiyorsa bu hata bizde değildir Türkün seciyesini anlamayarak kafasını birtakım zincirlerle saranlardadır Artık mazinin hatalarını kökünden temizlemek zamanındayız Hataları tashih edeceğiz” Atatürk, bu görüşten hareketle, Türkçe’nin ses yapısına uygun ve kolay öğrenilir olan Lâtin alfabesini kabul ederek, yazı inkılâbını dil inkılâbının en önemli safhalarından biri olarak uygulamaya koymuştur Yazı inkılâbından sonra asil önemli olan dil inkılâbının bilime uygun şekilde uygulamaya konmasıdır Atatürk bu düşünceyle, 12 Temmuz 1932′de Türk Dili Tetkik Cemiyeti Türk Dil Kurumu’ni kurdurmuş, hatta tüzük taslağını bizzat kendisi hazırlamıştır Bundan sonra yoğun bir faaliyet başlamıştır 26 Eylül-6 Ekim 1932′de I Türk Dil Kurultayı toplanmıştır Kurultayda belirlenen ana program doğrultusunda, dil seferberliği başlatmış ve taramayla elde edilen dil malzemesi “Osmanlıca’dan Türkçe’ye Söz Karşılıkları Tarama Dergisi” adıyla yayınlanmıştır Bu uygulamalar yapılırken, diğer taraftan Tanzimat’tan beri süregelen çeşitli akımların yandaşları, dilde sadeleşme konusunda yeniden karşı karşıya geldiler Bu yıllarda inkılâp heyecanı ile “tasfiyeci”lerin ağır bastığı görüldü Onlara göre, Türkçe hiçbir dilden kelimeye ihtiyaç duymayacak kadar zengindi, yabancı kelimeler atılarak yerlerine halk ağzından ve yazılı kaynaklardan, Türkiye dışındaki Türk lehçelerinden derlenecek kelimeler konulmalı idi Atatürk bu cazip görüsü denemeye karar verdi Onun bu uygulama döneminde yaptığı su konuşma tarihî bir belge gibidir “Avrupa’nın iki bitim ucunda yerlerini berkiten uluslarımız, ataç özlüklerinin tüm ıssıları olarak baysak, önürme, uygunluk kıldacıları olmuş bulunuyorlar; onlar bugün en güzel utkuyu kazanmaya anıklanıyorlar Baysal utkusu” Bu konuşmada olduğu gibi, çoğunluğu arkaik Türkçe olan yeni kelimeler kabul görmemişti Ayrıca,yeni kelimelerin kullanılmasında da bir birlik sağlanamamıştı Örnek olarak, kalem kelimesi yerine değişik yazarlar çizgiç, kamis, kavri, sizgiç, yagus, yazgaç, yuvus gibi kelimeler kullanmaktaydı Bu sebeple, dil seferberliği kısa sürede çıkmaza girdi Atatürk bunun üzerine, “Türkçecin hiç bir yabancı kelimeye ihtiyacı olmadığını söyleyenlerin iddiasını tecrübe ettik Dili bir çıkmaza sokmuşuzdur Maksatlarımızı anlatamaz olmuşuzdur… Bırakırlar mı dili çıkmazda? Hayır! Biz daha önce kurtarmaya bakalım” diyerek bu denemeden vazgeçti Atatürkün 1936′dan sonraki konuşmalarında, yukarıdakine benzer arkaik Türkçe kelimelerin yer almaması bunun bir göstergesidir 1934-1936 yılları arasında, tasfiyeci görüsün ağır bastığı tarama ve derlemeler ayıklandı 1936-1937 yıllarında Güneş-Dil Teorisi yolunda uygulamalarla önceki dönemdeki aşırılıklar giderilmeye çalışıldı Bu teori ile Türk milletine bir güven ve millî bilinç vermek, kültür ve medeniyetin Türkler tarafından dünyaya yayıldığı, bütün dillerin Türkçe’den çıktığı belirtilerek dili daha ilimli bir çizgiye oturtmak amacı güdülmüştür Atatürkün bu dönemde yaptığı en önemli uygulamalardan birisi de, adini bizzat kendisinin koyduğu Dil ve tarih-Coğrafya Fakültesini 1936′da kurdurmuş olmasıdır Sonuç olarak, Meşrutiyet dönemindeki dil akımlarının etkisi ile sağlam bir dil bilinci kazanmış olan Atatürkün, Cumhuriyet döneminde yazı ve dil inkılâbı ile Türk dilini halka mal ettiğini, kurdurduğu Türk Dili Tetkik Cemiyeti ve Dil ve tarih-Coğrafya Fakülteleri aracılığıyla ilmî yöntemlerle araştırma ve geliştirme yolunda tarihî uygulamalarla günümüze ışık tuttuğu anlaşılmaktadır Türk bilim adamlara bugün de, bazı yazılı ve görüntülü basının umursamazlığına rağmen, Türk dilinin yabancı dillerin boyunduruğu altına girmemesi için ayni şekilde çalışmalarını sürdürmektedirler Atatürk'ün Edebiyata Verdiği Önem nedir, Atatürk'ün Edebiyata Verdiği Önemle ilgili sözer, Atatürk'ün Edebiyata Verdiği Önem ATATÜRK’ÜN EDEBİYATLA İLGİLİ GÖRÜŞLERİ Atatürkün her türüyle üzerinde durduğu bir sanat dalı da edebiyattır. Edebiyatın tanımını yapan Atatürk der ki “Edebiyat denildiği zaman şu anlaşılır Söz ve manayı, yani insan dimağında yer eden her türlü bilgileri ve insan karakterinin en büyük duygularını, bunları dinleyenleri veya okuyanları çok alakalı kılacak surette söylemek ve yazmak sanatı.” Bugün içindir ki edebiyat, ister nesir halinde olsun, ister nazım şeklinde olsun, tıpkı resim gibi, heykeltıraşlık gibi, bilhassa musiki gibi, güzel sanatlardan sayıla gelmektedir. Bu tanımdan sonra edebiyatın amaç ve hedefini çizmiş. beşeriyette en müspet ilim ve en ince teknik esaslarına dayanan hayatla ve kanla karşılaşmak kendileri için alında yazılı olan askerlik gibi yüksek bir idealist meslek dahi, kendini içinde bulunduğu topluma anlatabilmek ve bu büyük insanlık ve kahramanlık yolculuğuna hazırlayabilmek için, uyandırıcı, hedefleyici, yürütücü ve nihayet fedakar ve kahraman yapıcı vasıtayı edebiyatta bulur. Bu cümlede, üzerinde kısaca da olsa durulması gereken bazı önemli konulara yer verilmiştir. Bir kere Atatürk için, edebiyat, geçirilmesi güç zamanlarda uyandırıcı, hedeflendirici ve yürütücü bir vasıtadır. Ancak dikkat olunacak husus, bu vasıtanın yıkıcı değil, fedakar, kahraman ve yapıcı bir vasıf taşımasıdır. Sonra Atatürkün milli, daha dorusu hamasi bir edebiyat zevk ve anlayışı olduğu ortaya çıkmaktadır. Yine bu cümlenin devamında Atatürkün, edebiyatı, cemiyetin hal ve istikbalini koruyan ve daima koruyacak olan bir terbiye ve eğitim aracı saydığı da ortaya çıkmaktadır. Şair Halit Fahri Ozansoy’a 29 Ağustos 1928 akşamı Dolma bahçe Sarayı’nda Türk inkılabı şairinin nasıl olması gerektiğini şu şekilde açıklamıştır. Mutlak dahil olduğun parlak Türk devrinde şair olduğunu ispat edeceksin. Şiirlerin şen, şatır fakat Türk milletinin sürur, şetaret, faaliyet, his ve hareketlerini terennüm edecektir. Buna mevcudiyetini hasredeceksin. ATATÜRK’E GÖRE EDEBİYAT Atatürk; hayatı boyunca edebiyatla yakında ilgilenmiş, edebiyatı toplum faydasına yöneltmek için direktifler vermiş, okullarda öğretim programlarını bu yönde düzenletmiştir. Edebi sanatların bir fikrin, özellikle inkılapların yayılması ve kökleşmesinde en etkili araç olduğuna daima inanmıştır. Bir akşam toplantısında 1937, söz edebiyattan açılınca, bu konuda çeşitli konuşmalar yapılır. “Edebiyat nedir? Osmanlı devrinde ve cumhuriyet rejiminde edebiyat denilince ne anlaşılıyor?” gibi sorular sorulur. Osmanlı devrinde ve bugüne kadar geçen cumhuriyet çağında ve bundan evvelki Türk kültürel çağlarında ve hatta bütün medeni toplumlarda edebiyat denildiği zaman şu anlaşılır Söz ve anlamı, yani insan aklında yer eden her türlü bilgileri ve insan kudretinin en büyük duygularını, bunları dinleyenleri veya okuyanları çok alakalı kılacak surette söylemek ve yazmak sanatı. Bu itibarla, edebiyatın, her insan ve cemiyeti, bu cemiyetin hal ve geleceğini koruyan ve koruyacak olan her kuruluş için esaslı eğitim araçlarından biri olduğu kolayca anlaşılır. Bunun içindir ki Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı, edebiyat öğretiminde şu noktalar bilhassa önem ve kıymet vermelidir A Türk çocuğunun kafasını, yaratılıştaki dikkat ve itinaya göre geliştirmek. Bu, cumhuriyetin sağlık düzeniyle ilgilenen bakanlığa da düşen bir görevdir. B Güzel muhafaza edilen, Yürek kafa ve zekalarını açmak, yaymak, genişletmek. Bu bilhassa, Milli Eğitim Bakanlığının görevidir. Bununla birlikte, Türk çocuklarının kafalarına müspet ilim ve maddi teknik mefhumlarını, yalnız nazari olarak değil aynı zamanda pratik vasıtalarla da yetiştirmek. C Bir taraftan da Türk kafalarındaki kabiliyetleri, Türk karakterindeki sağlamlıkları, Türk duygularındaki yükseklik ve genişlikleri, kendileri hiç zorlanmadan, doğal bir halde ve olduğu gibi ifadeye onları alıştırmak. Bunlar yapılınca netice şu olacaktır Türk çocuğu konuşurken, onun beyan ve anlatış tarzı; Türk çocuğu yazarken, onun ifade üslubu kendisini dinleyenleri, onun yürüdüğü yola gösterebilecek kabiliyeti sayesinde; Türk çocuğu kendisini dinleyen veya yazısını okuyanları peşine takarak yüksek Türk ülküsüne iletebilecek, ulaştırabilecektir. Atatürkün Türk dili hakkındaki görüşlerinin oluşmasında yetiştiği devrin fikir akımlarının ve dil konusundaki çeşitli tartışmaların etkili olduğu bilinmektedir. O, her Türk aydını gibi dil sorunu ile yakından ilgilenmiştir. Cumhuriyetten çok önceleri, daha 1917′lerde G. Nemeth’in Türkçe Grameri’ni görmüş, bu münasebetle, gazete dilini yalnız aydınların değil, herkesin anlayabilmesi gerektiği yolunda görüş bildirmiştir. 1922′de yaptığı bir konuşmada “muallime” yerine “muallim hanımlar” diye hitap etmiş, arkasından da dilimizde “dişilik te’si” kullanmak zorunda olmadığımızı ifade etmiştir. Bu iki anekdot, Atatürkün çok önceleri, Arapça kurallardan arınmış sade Türkçe’den yana olduğunu göstermektedir. Bu görüsün oluşmasında etkili olan hareketleri anlayabilmek için Cumhuriyet öncesindeki faaliyetleri iyi bilmek gerekir. Tanzimat Döneminde Namık Kemal, Ali Suavi, Ziya Pasa, Ahmet Mithat, Şemsettin Sami, Süleyman Pasa gibi yazarların bilinçli olarak başlattığı dilde sadeleşme çabaları, Osmanlı Türkçe sini olabildiğince sadeleştirme yolunda önemli bir başlangıç olmuş, bu gelişmeler yönünde daha sağlıklı bir hareket olan “Yeni Lisan” hareketinin doğmasında rol oynamıştır. Bu yıllarda görülen bir başka hareketten de bahsetmek gerekir Tanzimat Döneminde “sadeleşme” akimi içinde iken, Servet-i Fünûn ve onu takip eden yıllarda bağımsız bir nitelik kazanan “tasfiyecilik” hareketi. Şemsettin Sami, Ahmet Mithat, Necib Âsım, Ahmet Cevdet, Emrullah Efendi, Veled Çelebi, Fuat Köseraif, Hüseyin Kâzım gibi şahsiyetlerin temsilciliğini yaptığı bu görüş, dildeki Arapça, Farsça kelimelerin tamamen atılmasını savunmaktadır. II. Meşrutiyet döneminde Türk Derneği ve dergisi etrafında toplanan tasfiyecilerin bas temsilcisi Fuat Köseraif’tir. Bu akımlar, Cumhuriyete kadar bir çatışma hâlinde süregelmiş, Cumhuriyet sonrasında da zaman zaman taraftar bulmuşlardır. Ancak, Cumhuriyete kadar en etkili olanı “Yeni Lisan” akimidir. Bu akim, 1911 yılında Selânik’te çıkmaya başlayan Genç Kalemler dergisi etrafında toplanan Ömer Seyfettin, Ali Canip, Ziya Gökalp, Kâzım Nâmi, Âkil Koyuncu gibi isimler tarafından savunulmuştur. Bunlar içinde özellikle Ziya Gökalp’in teorisyenlik yaptığını, Ömer Seyfettin’in ise onun görüşlerini hikâyelerinde uyguladığını belirterek, bu ikisinin önemini vurgulamalıyız. Yeni Lisancıların başlıca görüşleri söyle özetlenebilir Dildeki Arapça, Farsça gramer kurallarını atarak Türkçe’nin kurallarını isletmek; Arapça, Farsça kelimeleri Türkçe’deki söylendikleri gibi yazmak; öteki Türk lehçelerinden kelime almak yerine İstanbul Türkçe’sine dayalı canlı bir yazı dili oluşturmak; bu yolla taklit ve özentiden kurtulmuş millî bir dil ve edebiyat ortaya koymak. Yeni Lisan akiminin en önemli özelliği, Tanzimat’tan beri süregelmekte olan “fesahatçilik” ve “tasfiyecilik” gibi birbirine zıt fikir akımlarını günün şartları içinde en ilimli biçimde uzlaştırarak millî dile geçişi sağlamış olmasıdır. Görüldüğü gibi, Cumhuriyete gelinirken Türk aydınının gündeminde “dil” sorunu önemli yer tutmaktadır. Başından beri Türk dili ile yakından ilgilenen Atatürkün millet tanımı içinde dilin çok önemli bir yeri vardır. Ona göre millet, dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı vatandaşların meydana getirdiği sosyal ve siyasî bir topluluktur. O, bu konudaki görüşlerini su şekilde daha net söylemektedir “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk halkı Türk milletidir. Türk milleti demek Türk dili demektir. Türk dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü, Türk milleti geçirdiği nihayetsiz felâketler içinde ahlâkini, ananelerini, hatıralarını, menfaatlerini, kısacası bugün kendi milliyetini yapan şeyin dili sayesinde muhafaza olduğunu görüyor. Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.” Atatürkün, Sadri Maksudî’nin Türk Dili İçin isimli eserinin basına yazdığı su sözleri onun dil görüsünün en güzel ifadelerindendir “Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması millî hissin inkişâfında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil şuurla islensin. Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” Atatürkün dil konusundaki bu düşünceleri, milliyetçilik anlayışı içinde önemli yer tutmaktadır. Dil inkılâbı, onun diğer inkılâplarıyla bir bütün olarak, ölümüne kadarki zaman dilimi içinde çeşitli aşamalarda uygulamaya konulmuştur Bunlardan ilki hiç şüphesiz ki 28 Ağustos 1928′deki “Yazı İnkılâbı”dır. Atatürkün, bu uygulamaya esas olan görüşleri şöyledir “… Bir milletin, bir heyet-i içtimâînin yüzde onu okuma yazma bilir, yüzde sekseni bilmez, bundan insan olanlar utanmak lâzımdır. Bu millet utanmak için yaratılmış bir millet değildir; iftihar etmek için yaratılmış bir millettir, tarihini iftiharla doldurmuş bir millettir. Fakat, milletin yüzde sekseni okuma yazma bilmiyorsa bu hata bizde değildir. Türkün seciyesini anlamayarak kafasını birtakım zincirlerle saranlardadır. Artık mazinin hatalarını kökünden temizlemek zamanındayız. Hataları tashih edeceğiz.” Atatürk, bu görüşten hareketle, Türkçe’nin ses yapısına uygun ve kolay öğrenilir olan Lâtin alfabesini kabul ederek, yazı inkılâbını dil inkılâbının en önemli safhalarından biri olarak uygulamaya koymuştur. Yazı inkılâbından sonra asil önemli olan dil inkılâbının bilime uygun şekilde uygulamaya konmasıdır. Atatürk bu düşünceyle, 12 Temmuz 1932′de Türk Dili Tetkik Cemiyeti Türk Dil Kurumu’ni kurdurmuş, hatta tüzük taslağını bizzat kendisi hazırlamıştır. Bundan sonra yoğun bir faaliyet başlamıştır. 26 Eylül-6 Ekim 1932′de I. Türk Dil Kurultayı toplanmıştır. Kurultayda belirlenen ana program doğrultusunda, dil seferberliği başlatmış ve taramayla elde edilen dil malzemesi “Osmanlıca’dan Türkçe’ye Söz Karşılıkları Tarama Dergisi” adıyla yayınlanmıştır. Bu uygulamalar yapılırken, diğer taraftan Tanzimat’tan beri süregelen çeşitli akımların yandaşları, dilde sadeleşme konusunda yeniden karşı karşıya geldiler. Bu yıllarda inkılâp heyecanı ile “tasfiyeci”lerin ağır bastığı görüldü. Onlara göre, Türkçe hiçbir dilden kelimeye ihtiyaç duymayacak kadar zengindi, yabancı kelimeler atılarak yerlerine halk ağzından ve yazılı kaynaklardan, Türkiye dışındaki Türk lehçelerinden derlenecek kelimeler konulmalı idi. Atatürk bu cazip görüsü denemeye karar verdi. Onun bu uygulama döneminde yaptığı su konuşma tarihî bir belge gibidir “Avrupa’nın iki bitim ucunda yerlerini berkiten uluslarımız, ataç özlüklerinin tüm ıssıları olarak baysak, önürme, uygunluk kıldacıları olmuş bulunuyorlar; onlar bugün en güzel utkuyu kazanmaya anıklanıyorlar Baysal utkusu.” Bu konuşmada olduğu gibi, çoğunluğu arkaik Türkçe olan yeni kelimeler kabul görmemişti. Ayrıca,yeni kelimelerin kullanılmasında da bir birlik sağlanamamıştı. Örnek olarak, kalem kelimesi yerine değişik yazarlar çizgiç, kamis, kavri, sizgiç, yagus, yazgaç, yuvus gibi kelimeler kullanmaktaydı. Bu sebeple, dil seferberliği kısa sürede çıkmaza girdi. Atatürk bunun üzerine, “Türkçecin hiç bir yabancı kelimeye ihtiyacı olmadığını söyleyenlerin iddiasını tecrübe ettik. Dili bir çıkmaza sokmuşuzdur. Maksatlarımızı anlatamaz olmuşuzdur… Bırakırlar mı dili çıkmazda? Hayır! Biz daha önce kurtarmaya bakalım.” diyerek bu denemeden vazgeçti. Atatürkün 1936′dan sonraki konuşmalarında, yukarıdakine benzer arkaik Türkçe kelimelerin yer almaması bunun bir göstergesidir. 1934-1936 yılları arasında, tasfiyeci görüsün ağır bastığı tarama ve derlemeler ayıklandı. 1936-1937 yıllarında Güneş-Dil Teorisi yolunda uygulamalarla önceki dönemdeki aşırılıklar giderilmeye çalışıldı. Bu teori ile Türk milletine bir güven ve millî bilinç vermek, kültür ve medeniyetin Türkler tarafından dünyaya yayıldığı, bütün dillerin Türkçe’den çıktığı belirtilerek dili daha ilimli bir çizgiye oturtmak amacı güdülmüştür. Atatürkün bu dönemde yaptığı en önemli uygulamalardan birisi de, adini bizzat kendisinin koyduğu Dil ve tarih-Coğrafya Fakültesini 1936′da kurdurmuş olmasıdır. Sonuç olarak, Meşrutiyet dönemindeki dil akımlarının etkisi ile sağlam bir dil bilinci kazanmış olan Atatürkün, Cumhuriyet döneminde yazı ve dil inkılâbı ile Türk dilini halka mal ettiğini, kurdurduğu Türk Dili Tetkik Cemiyeti ve Dil ve tarih-Coğrafya Fakülteleri aracılığıyla ilmî yöntemlerle araştırma ve geliştirme yolunda tarihî uygulamalarla günümüze ışık tuttuğu anlaşılmaktadır. Türk bilim adamlara bugün de, bazı yazılı ve görüntülü basının umursamazlığına rağmen, Türk dilinin yabancı dillerin boyunduruğu altına girmemesi için ayni şekilde çalışmalarını sürdürmektedirler. alıntı

atatürk ün edebiyata verdiği önem